Peki ya biz? Kendi sevgi dilimizi ne kadar biliyoruz? Çoğu insan bu soruya cevap veremez. Çünkü sevgi dili, sadece birine sevgimizi göstermekle ilgili değildir; aynı zamanda sevgiyi nasıl aldığımızla da ilgilidir. Kendi sevgi dilimizi anlamadan, başkasının sevgisini doğru yorumlamamız mümkün değildir.
İlişkiler, özellikle de evlilikler, başlangıçta heyecan verici bir yolculuk gibi görünür. Ancak zamanla ilk günlerin coşkusunun yerini bir tür durağanlık alır. Pek çok insan bu değişimi, sevginin ve aşkın kaybolması olarak yorumlar. Oysa asıl mesele sevginin kaybolması değil, ifade şeklinin değişmesidir. Evliliğin sürdürülebilir olması için çiftlerin birbirlerinin sevgi dilini öğrenmeleri ve bu dili konuşabilmeleri gerekir.
Psikolojide, sevginin beş temel dili tanımlanmıştır: onaylayıcı kelimeler, kaliteli zaman geçirmek, hediye almak, hizmet eylemleri ve fiziksel temas. Ancak sevgi, sadece beş kategoriye sığdırılamayacak kadar karmaşık ve çok boyutlu bir olgudur. Her bireyin sevgi anlayışı ve bunu ifade etme biçimi farklıdır. Önemli olan, karşımızdaki insanın sevgiyi nasıl algıladığını anlayıp ona o şekilde yaklaşabilmektir.
Bir insana sevgimizi göstermek için mutlaka büyük jestler yapmamız gerekmez. Bazen samimi bir iltifat, onun yaptığı bir şeyi takdir ettiğimizi belli eden küçük bir cümle bile çok şey ifade edebilir. Sevdiğimiz insanı mutlu etmek adına beklenmedik anlarda ona hediye almak, yorgun bir günün ardından çayını ya da kahvesini hazırlamak, yanında olduğumuzu hissettirmek… Bunların hepsi, sevginin dillerinden birer parçadır. Ama buradaki asıl mesele, sadece sevgi göstermek değil, karşımızdaki insanın bunu gerçekten hissedip hissetmediğini anlamaktır.
Peki ya biz? Kendi sevgi dilimizi ne kadar biliyoruz? Çoğu insan bu soruya cevap veremez. Çünkü sevgi dili, sadece birine sevgimizi göstermekle ilgili değildir; aynı zamanda sevgiyi nasıl aldığımızla da ilgilidir. Kendi sevgi dilimizi anlamadan, başkasının sevgisini doğru yorumlamamız mümkün değildir.
Bazı ilişkilerde sıkça duyduğumuz cümlelerden biri şudur: “O beni sevmiyor.” Ama belki de bizi sevmiyor değil, sevgisini bizim anlayabileceğimiz şekilde göstermiyordur. Örneğin, biz sevgiyi sözcüklerimizle ifade etmeye çalışırken ve partnerimiz bunu fiziksel temas yoluyla göstermek çabası içerisindeyse, onun sevgisini fark edemeyebiliriz. Bu durumda asıl mesele, sevgi eksikliği değil, sevginin karşılıklı yanlış aktarılıyor olmasıdır.
İlişkilerde en büyük yanılgılardan birisi, “Ben onu çok iyi tanıyorum” düşüncesidir. Oysa bir insanı gerçekten iyi tanıyor olabilmek, onun sadece iyi yönlerini değil, eksik ve kırılgan taraflarını da fark edebiliyor olmaktır. Sevdiklerimizin eksik yanlarını fark edebilmek, anlamak ve onları tamamlamaya çalışmak, ilişkilerin temel taşlarından biridir. Ama tam burada önemli bir nokta var: Onun eksik ve kırılgan yanlarını tamamlamaya çalışırken kendimizi ne derece ihmal ediyoruz?
Peki ya yanlış insanı sevdiğimizde ne olur? Her şeyi verdiğimizi düşündüğümüz halde, o kişi bir gün gitmeye karar verirse? O noktada, bazıları “Her şeyi yaptım ama sonunda çekip gitti” der. İşte burada devreye özeleştiri girer. Özeleştiri yapabilmek, insanın kendisiyle dürüstçe yüzleşebilmesidir. Eğer hatalarımızı kabul edebilir, eksiklerimizi fark edebilirsek, o zaman gerçek bir değişim yaşarız.
Birini kaybetmenin, onu kazanmaktan daha kolay olduğunu anladığımızda, aslında sevginin değerini de daha iyi kavrarız. Ama burada kritik olan bir nokta, kaybetmeden önce anlamayı başarabilmektir. Sevdiğimiz insanı anlamaya çalışmak, onu kaybetmemek için değil, gerçekten bağ kurabilmek içindir. Çünkü anlamak yaşamaktan geçer.
Peki, doğru insan kimdir?
İnsanlar genellikle doğru insanı bulma konusunda farklı ölçüler belirler. Kimi, “Benim gibi düşünen biri olmalı” der. Kimi, aynı kültürde yetişmiş olmayı önemser. Kimi, ortak ilgi alanlarını temel alır. Oysa doğru insan, bizimle aynı olan değil, bizi tamamlayabilen insandır.
Bir insanın doğru kişi olup olmadığını anlamanın yollarından biri şudur: Onunla birlikteyken kendiniz gibi hissediyor musunuz? Bazen çok iyi anlaştığımızı düşündüğümüz insanlarla bile içten içe kendimizi eksik hissederiz. Ama doğru kişi, yanında hiçbir şey yapmadan bile kendinizi huzurlu, mutlu ve güvende hissettiğiniz insandır.
Gözlerinizi kapattığınızda aklınıza gelen kişi kim?
Uzaklara dalıp gittiğinizde sizi gülümseten kim?
Düşündüğünüzde kalbinizi hafif bir sızıyla dolduran, ama aynı zamanda size huzur veren kişi kim?
Eğer bu soruların cevabı netse, belki de o kişi sizin için doğru insandır. Ama doğru insanı bulmak kadar, onunla kurduğunuz ilişkiyi sürdürebilmek de büyük bir sanattır.
Günümüz dünyasında teknoloji sayesinde her şey hızla değişiyor. İnsanlar arasındaki mesafeler kısalmış gibi görünse de, gerçek anlamda birbirimizi anlamakta her zamankinden daha çok zorlanıyoruz. Sevginin doğası gereği, zaman ve emek isteyen bir şey olduğunu unutuyoruz. Birlikte bir dünya kurmak, hayaller inşa etmek ve bunları gerçekleştirmek, ancak iki insanın birbirine gerçekten adapte olmasıyla mümkündür.
İdeal bir birliktelik kurmak ve bunu sürdürebilmek, bir insanın hayatındaki en büyük devrimlerden biridir. Çünkü sevgi, sadece hissetmek değil, aynı zamanda sürdürebilmektir.
Son olarak, The Beatles’ın 22 Mart 1963 tarihli albümünde yer alan bir şarkının sözleriyle bitirelim:
“Aşk, beni sev
Seni sevdiğimi biliyorsun
Her zaman doğru olacağım
Bu yüzden lütfen, beni sev.”
Unutmayın: Sevgi verdikçe çoğalır. Verdikçe alır, sevdikçe sevilirsiniz.