gurkan.altmisdort @ havadis.at

Bazı sessizlikler vardır ki, yalnızca kelimelerin yokluğuna değil, bir vicdanın çöküşüne işaret eder. Diyanet İşleri Başkanı’nın Avusturya ziyareti vesilesiyle yaşananlar, bu türden bir sessizliğin yeniden ve ısrarla yüzümüze çarptığı bir döneme denk düştü.

Ziyaretin diplomatik teamüller çerçevesinde gerçekleşmesine rağmen, bazı Avusturya medya organları alışıldık refleksleriyle harekete geçti: İslam karşıtı klişeleri güncelleyerek servis eden, Türk toplumunu kriminal bir potada eriten ve toplumsal huzuru tahrip eden bir yayıncılık dili yeniden devreye sokuldu. Bu dil, artık bireyleri değil, kolektif kimlikleri hedef alıyor; masumiyet karinesini çoktan rafa kaldırmış, peşin hükümle inşa edilmiş bir ön yargılar evreninde iş görüyor.

Ne var ki asıl mesele, bu habercilik pratiklerinin tekrar etmiş olması değil. Bu tür örneklerin Avrupa’daki göçmen toplumlar için adeta kronikleşmiş bir gerçeklik hâline geldiğini inkâr edemeyiz. Mesele, bu durum karşısında uzun süredir görünür fakat suskun kalan yerel temsil yapılarının ve kendini toplumun sesi olarak tanıtan figürlerin, bir kez daha sessizliği tercih etmiş olmasıdır.

Temsil, her şeyden önce bir etik meseledir. Sadece bir görevin değil, aynı zamanda bir sorumluluğun adıdır. Görünür olmakla sınırlı bir temsiliyet, içi boş bir formalitenin ötesine geçemez. Ramazan İftarlarında, Bayram protokollerinde yer almak, kermes açılışlarında tebessüm etmek ya da seçim dönemlerinde oy avına çıkmakla sınırlı bir temsiliyet, kriz anlarında sessizliğe bürünüyorsa; artık orada temsilden değil, sadece görüntüden söz edebiliriz.

Bugün medyada yürütülen tartışmaların gölgesinde kalan binlerce insan, ithamların değil, ithamsızlığın mağdurlarıdır. Onlar hakkında konuşulan ama onların konuşmadığı; hatta temsilcilerinin dahi konuşmadığı bir düzende yaşamaya zorlanıyorlar. Bu zorunluluğun adı toplumsal yalnızlıktır ve bu yalnızlık, yalnızca mağdurları değil, onları yalnız bırakanları da içine çeker.

Daha da acısı, bu sessizliğin toplum adına konuşması beklenen kimi figürler tarafından stratejik bir tercih olarak benimsenmesidir. Makam ve mevki kaygısıyla ya da ilişkiler bozulmasın diye susmayı seçenler, aslında temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumla aralarındaki bağları kopardıklarının farkında bile değiller.

Soruyorum:

Eğer temsil, toplumun en kırılgan anlarında susmayı gerektiriyorsa, hangi an için sesiniz saklanıyor?
Eğer siz, bu kadar bariz bir dışlayıcılığa karşı dahi ses yükseltmeyecekseniz, ne zaman yükseleceksiniz?

Dahası var. Seçim süreçlerinde adeta gölgesi bile yeterli görülen yerel siyasetçilere bugün aynı hassasiyetle sorular yöneltiliyor mu? Yanlarında durduğunuz, uğruna kampanyalar yürüttüğünüz bu siyasetçilerden, toplumun aleyhine yürütülen bu dezenformasyon kampanyasına karşı bir duruş sergilemeleri isteniyor mu? Yoksa herkes kafasını kuma gömüp, hiçbir şey olmamış gibi mi davranacak?

Unutulmamalı ki temsil, yalnızca kendini gösterme işi değil; gerektiğinde kendini ortaya koyma cesaretidir.
Toplum sizi, en temel haklarının dahi tartışmaya açıldığı dönemlerde yanında görmek ister.
Sessizliğiniz, sadece bugünü değil, yarın sizi hatırlayacak olanların hafızasını da şekillendirir.
Ve o hatırlayış, çoğu zaman övgüyle değil, hayal kırıklığıyla olur.

Bugün açıklama yapmak, bir lütuf değil; temsil iddiasının meşru zeminini inşa etme çabasıdır.
Toplumdan gelen bu çağrılar, haddini aşmak değil; görev hatırlatmasıdır.
Zira suskunluk bazen yalnızca bir eksiklik değil, bizzat bir suç ortaklığıdır.

Gürkan Altmışdört

Avusturya Basınındaki Kışkırtıcı Haberler: 

- Erdogans Islamisierungsoffensive in Österreich: Abkommen mit Islamvertretung

- Erdoğans Chef-Imam hetzte gegen Israel und Homosexuelle, die IGGÖ empfängt ihn "feierlich"

- Erdoğans Hetz-Imam besucht Islam-Vertretung in Wien