Son yıllarda toplumumuzun çeşitli alanlarında, özellikle siyaset ve bürokrasi dünyasında, bizi temsil ettiği iddia edilen kişiler tarafından hayal kırıklığına uğratıldığımızı üzülerek gözlemliyoruz. İsimlerimiz, kökenlerimiz veya inançlarımızdan ötürü ön yargılarla karşılaşıyor ve bu sistemde adımızın Hans ya da Stefan olmaması, görünmez bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Ne kadar çalışırsak çalışalım, çabalarımız yok sayılıyor ya da olması gerektiği gibi değer görmüyor.
Bugün, bu noktaya gelene kadar neden başarısız olduğumuzu sorgulamak zorundayız. Bizler, kendi değerlerimizden ve onurumuzdan vazgeçtik. Bizden olmayan, bizi temsil etmeyen kişilerle aynı safta yer aldık. Bir nevi, aynı yorganın altına girdik. Bize uzak olanlarla birlikte hareket ettik, beklentilerimizi onlardan karşılamaya çalıştık. Ancak o kişiler, bizimle aynı duyguları paylaşmayan, aynı mücadeleleri vermeyen insanlar. Onların değerleri, bizler için değil, kendi çevreleri için işliyor. Bunun farkına varmadık ve sonuç olarak, ne mücadelemiz ne de emeğimiz karşılık buldu.
Ancak bu kişiler, en azından bizim gösteremediğimiz bir duruş sergiledi. Kendi çıkarları için olsa bile, onurlu bir tavırla, bizi şaşırtmadılar. Bizse, kendi içimizdeki onurlu duruşu koruyamadık. Kendi haklarımızı savunamayanlar olarak, temsil edilme mücadelesinde başkalarının oyunlarına alet olduk.
Bunu değiştirmek için atılması gereken en önemli adım, artık sadece bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim gibi üzülen ve bizimle dertlenenlerle aynı çatı altında toplanmak gerektiğini fark etmek oldu. Başkalarının oyunlarında figüran olmak yerine, kendi sahnemizi kurmalı ve bu mücadeleyi bize ait bir zeminde vermeliyiz. Bu şekilde, sadece kendimize değil, bizden sonrakilere de onurlu bir temsil bırakabiliriz.
Bu süreçte bir kez daha tescillenmiştir ki, hak yolundaki yürüyüş ancak Hakkı savunanlarla mümkündür. Aksi takdirde, ne kadar çabalarsak çabalayalım, bir arpa boyu yol alamayacağımız bir kez daha tespit edildi. Artık, bizim gibi düşünenlerle birleşmeden, hakkımızı savunanlarla birlikte hareket etmeden başarılı olamayacağımızı anlamış bulunuyoruz. Kendi değerlerimize sımsıkı sarılmalı ve hak ettiğimiz temsil mücadelesini onurlu bir şekilde sürdürmeliyiz.
Bu hayal kırıklığı sadece bir son değil, aksine yeni bir uyanışın başlangıcı olmalı. Bizi geride bırakmaya çalışanlar karşısında sessiz kalmamalı, kendi onurlu duruşumuzu sergilemek için birleşmeliyiz. İsmimiz ne olursa olsun, inançlarımız neyi gerektiriyorsa onu savunma gücünü bulmalıyız. Artık görünmez olma zamanı geçti. Kendi kimliğimizle, değerlerimizle ve onurumuzla bu mücadeleyi hakkıyla verme zamanı geldi.
Bu mücadeleyi yalnızca, bize uzak olanlarla değil, bizimle aynı acıları paylaşanlarla yapabileceğimizi unutmamalıyız. Bu uyanış, hep birlikte, bize dayatılan değil, bizim hak ettiğimiz bir geleceği kurmamız için bir başlangıç olmalı.
Saygılarımla,
Gürkan Altmışdört