Bazı kelimeler vardır, farkında olmadan kullanırız. Dilden dile, nesilden nesile geçer, bazen sadece bir alışkanlık olarak, bazen de bilinçaltımıza işlemiş bir düşüncenin taşıyıcısı olarak. "Gavur" kelimesi de tam olarak böyle bir kelime. Günümüzde hâlâ Batı toplumlarını küçümsemek ya da "öteki" olarak görmek için kullanılıyor. Ama bu kelimeyi söylediğimizde gerçekten neyi ifade ediyoruz? Bunu anlamak için kelimenin tarihine, evrildiği anlamlara ve bugün taşıdığı yüke daha yakından bakmak gerekiyor.
"Gavur" kelimesi aslında Farsça kökenli. Eski Farsçadaki gebr ya da gaur (گبر) kelimesinden geliyor. Başlangıçta yalnızca Zerdüşt inancına mensup kişileri tanımlayan bu kelime, zamanla anlam genişlemesine uğradı. İslamiyet'in yayılmasıyla birlikte "Müslüman olmayan" anlamına büründü. Ancak kelimenin anlamı burada durmadı.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, özellikle gayrimüslim tebaa için kullanılan bir terim haline geldi. Osmanlı'da devletin resmi terminolojisinde daha tarafsız bir kavram olan "zimmi" (Müslüman olmayan ama Osmanlı topraklarında yaşayan ve devlete vergi veren halk) tercih edilirken, halk arasında "gavur" kelimesi küçümseyici bir anlam kazanmaya başladı. Bu, dilin nasıl sadece bir tanımlama aracı olmadığını, aynı zamanda toplumsal algıları nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı dinlere mensup topluluklar uzun yıllar bir arada yaşadı. Devlet, gayrimüslimlere "millet sistemi" çerçevesinde belirli haklar tanıdı ve onları büyük ölçüde kendi dini liderlerinin yönetimine bıraktı. Ancak bu hakların varlığı, halk arasındaki algıyı her zaman değiştirmedi. Gayrimüslimler zaman zaman ekonomik ve toplumsal olarak baskıya maruz kaldılar, yer yer aşağılandılar ve "gavur" kelimesi de bu algının bir parçası olarak varlığını sürdürdü.
Zamanla, Osmanlı’nın Batı ile daha sık temas kurmaya başlaması, modernleşme hareketleri ve diplomatik ilişkiler, bu kelimenin daha da farklı bir anlam kazanmasına yol açtı. Batı ile ekonomik ve siyasi ilişkiler gelişirken, Osmanlı içinde Batı'ya dair bir hayranlık ve aynı zamanda bir tepki ortaya çıktı. Bir yandan Batı’nın teknolojisi, bilimsel gelişmeleri, yönetim biçimi örnek alınırken, diğer yandan oraya duyulan güvensizlik ve kültürel çatışma devam etti. Bu noktada "gavur" kelimesi sadece dini bir tanımlama olmaktan çıktı ve Batı'ya duyulan tepkinin, belki de içsel bir çelişkinin sözcüsü haline geldi.
Bugün hâlâ bu kelimenin bazı kesimler tarafından kullanılmaya devam ettiğini görüyoruz. Ancak bu kullanımda sadece bir küçümseme mi var, yoksa daha derin bir aidiyet sorunu mu yatıyor? Günümüzde Batı’da doğup büyüyen, o toplumun içinde yaşayan ama bir şekilde kendini oraya ait hissetmeyen bazı göçmenlerin de hâlâ "gavur" kelimesini kullanıyor olması oldukça düşündürücü. Avrupa’da ayrımcılığa uğradığından şikâyet eden bir kişi, aynı zamanda Avrupa toplumlarını küçümseyebiliyor. Burada, aidiyetle ilgili çözülmemiş bir mesele mi var? Yoksa, kendimizi tanımlamak için bir başkasını dışlamaya duyduğumuz bilinçsiz bir ihtiyaç mı?
Bir toplumun değerleriyle iç içe yaşarken, o toplumu küçümsemek ne anlama geliyor? Eğer Batı gerçekten küçümsenmesi gereken bir yer ise, neden orada yaşamayı seçiyoruz? Eğer oradaki değerler reddediliyorsa, neden onların sağladığı imkânlardan yararlanıyoruz? Bu sorular, aslında bireyin kendi kimliğiyle ve geçmişiyle hesaplaşmasıyla doğrudan bağlantılı.
Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda zihniyetimizin ve kültürel bakış açımızın bir yansımasıdır. "Gavur" kelimesi, tarihi boyunca bir tanımlama olmaktan çıkıp, zamanla önyargıların, ayrımcılığın ve hatta bazen içsel çelişkilerin bir aracı haline geldi. Ama bu kelimenin hâlâ kullanılmaya devam etmesi, onun yalnızca tarihsel bir kalıntı olmadığını, günümüzde de belirli düşünceleri, duyguları ve kimlik çatışmalarını taşıdığını gösteriyor.
Belki de en büyük mesele, bir kelimenin ne anlama geldiğinden çok, onu kullanırken neyi yeniden ürettiğimiz. Eğer gerçekten eşitlik, adalet ve saygı istiyorsak, önce kendi kelimelerimizi ve düşünce biçimimizi sorgulamak zorundayız. Çünkü kelimeler sadece kelime değildir. Onlar, toplumların tarihini, bilinçaltını ve kimliğini taşıyan güçlü araçlardır.
Gülhan Meşeli