muammer.kelesoglu @ yahoo.com

Avrupa'ya çalışmak için 1960 yıllarda gelen birinci nesilden değilim ama birinci nesil ile ikinci nesil arasında sayılabilirim. Geldiğim ilk yıllardan bu yana başta yaşadığım ülke Avusturya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerindeki sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmeleri elimden geldiği kadar takip ettim. Keşke devletimizin veya kurumlarımızın aklına gelse de dünya üzerindeki ülkelerde yaşamlarını sürdüren gurbetçilerimizi ilgilendiren her olayın (iyi-kötü)  tarihsel bir kronolojik sıralaması yapılsa. Herhalde en az 100 ciltlik bir kitap serisi olabilir diye düşünüyorum. Önce 1.dünya savaşı ve sonrasında 2.dünya savaşı nedeniyle başta genç erkeklerini ve ayrıca milyonlarca insanını kaybeden, aç ve perişan, taş üstünde taş kalmayan Avrupa ülkeleri toparlanmak ve kalkınmak için fabrikalarda, kömür madenlerinde, inşaatlarda ve diğer iş kollarında çalıştırmak üzere yabancı ülkelerden tek, tek seçerek, dişlerine kadar bakıp her türlü  doktor muayenesinden geçirerek misafir işçi (Gastarbeiter) ithal etmeye başlamıştı. (İstanbul'daki komisyonda bizzat görmüştüm). O yıllarda Avrupa'nın taşı ve toprağı altın idi. Erkekler elini cebine atınca tomarla para çıkartır, bankada parasını biriktirir, kadınlar düğüne giderken kollarına kadar bilezikle gider, herkes Türkiye'den ev, arsa veya tarla almaya bakar, hatta akrabalarına bile maddi yardımlarda bulunurdu. Bildiğiniz gibi Avrupa önce meslek sahibi erkek işçi aldı, sonradan da kadın işçi almaya başlamıştı.İlk yıllarda dil sorunu olduğundan ve çevreyi iyi tanımadığından dolayı yabancı işçilerin müstakil ev veya daire bulması zor oluyor ama insanlar çalıştıkları firmalar tarafından ulaşımı kolay ve ucuz olmasından dolayı 30-40 m2'lik 'Heim'' denilen sosyal konutlara yerleştiriliyordu. Böyle sıkıntılar da oluyordu ama herkes çok kazandığından dolayı bazı sıkıntılara da katlanıyordu. Avrupa ülkelerinin kalkınmasında gurbetçilerin çok büyük emekleri ve fedakarlıkları bulunmaktadır.

O yıllarda hem Avrupalı kazanıyor, hem de yabancı işçiler kazanıyordu. Türkler tren istasyonlarında bandolarla karşılanıyor, yabancılarla aynı masalarda sohbetler ediliyor, birlikte eğleniyor, birlikte sosyal ve sportif faaliyetler yapılıyor, bulundukları ülkeler tarafından destekleniyordu.Türkler bulundukları şehirlerde hemşehri ve spor dernekleri kuruyor, sosyal ve kültürel olaylarda bir araya geliyor, sadece işçi olarak değil,yavaş yavaş şirketler kurmaya ve işveren olmaya başlıyordu. Yeni nesil üniversitelerde okumaya teşvik ediliyor, belediyelerde, meclislerde, siyasette, yüksek makamlarda görev almaya ve hatta  yavaş yavaş Avrupa'lının işini elinden almaya başlıyordu. İşte bundan sonra  Avrupa'da  yani yabancı işçilerin gelişinden ortalama 20 yıl sonra ilk defa yabancı düşmanlığı (Auslaenderraus) ve İslam karşıtlığı (İslamofobi) kendisini göstermeye başladı. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobi bazı partilerin ve siyasetçilerin seçim malzemesi oldu. Çünkü yerli halkın ve seçmenin ırkçı ruhunu okşuyorlardı.Yabancılara, camilere,Türk derneklerine ve Türk kuruluşlarına saldırılar oluyor. evleri ve iş yerleri ile birlikte yakılan insanlarımız oluyordu.Türk çocuklarının ilkokullardan itibaren önleri kesiliyor, yüzlerine karşı ''Siz buraya okumaya değil, çalışmaya geldiniz'' deniyordu. Okulda, fabrikalarda ve iş yerlerinde Türkçe konuşmak yasaklanmak isteniyordu. Bazı ülkelerde özellikle Türk ve İslam  dostu olmayanların yönettiği dairelerde entegrasyon adı altında kontrol, baskı ve önlemler alınmaya  başlandı. Yine bazı ülkelerde kriminal olaylara karışanların verdiği ifadelerde ise derin devletin izleri görüldü. Avrupa'da ekonomi kötüye gittikçe ve sıkıntılar arttıkça bütün suçlar yabancılara atılıyor ve yabancılar hedef gösteriliyordu. Oysa ki sorun ülkeyi yöneten kötü yöneticilerde olması gerekmez mi? Geleceği görmeyen, tedbir ve önlem almayan yöneticiler kötü gidişin sorumlusu olarak yabancıları hedef gösteriyordu. O güzel başlayan film yıllar geçtikçe korku filmi olmaya başlamıştı. İşin ilginç tarafı ise ırkçılık ve islam düşmanlığı yapan politikacıların çoğu zamanla rüşvet ve skandallardan dolayı kaybolup gitti.! Gerçek yüzleri ortaya çıktı.! Bu nedenlerle siyasetçilere ve devlet yöneticilerine güven azaldı.

Bütün bunları neden anlattım.? 1960'lı yıllardan sonra kalkınmaya başlayan, zenginleşen ve dünya markası olan başta Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve diğer yabancı işçi çalıştıran Avrupa ülkelerine ne oldu? İlimde, bilimde, teknolojide ve sosyal güvenlikte yarışan, yaşam kalitesini yükseltmeye çalışan, insan hakları, demokrasi ve özgürlük savunucularına neler oldu? Maliyet çok arttı diyerek 7/24 ve 3 vardiye üretim yapan fabrikalar bir, bir kapandı, silah ve savaş malzemeleri haricinde ihracaat azaldı, sosyal yardımlar kısıtlandı, alanlar ise takibe alındı, İşsizlik ve hayat pahalılığı tavan yaptı, kredi faizleri çok yükseldi, kriminal olaylar arttı, enerjide dışa bağımlılık arttı, Çin, Avrupa piyasasını ele geçirdi, Avrupa'nın 5 liraya ürettiğini Çin 1 liraya Avrupa'ya piyasaya getirdi, Avrupa maliyeti ve üretimi ucuzlatmak için  petrol, doğalgaz ve madenlerini sömürmek istedikleri ve içini boşalttıkları Suriye, Irak, Afganistan gibi ülkelerden ve Afrika kıtasındaki ülkelerden kaçan göçmenleri çalıştırmaya başladı. Bunun neticesinde ise sosyal, kültürel, ekonomi, güvenlik ve uyum alanlarında sorunları arttı, insanlar eski günlerini arar oldu. Avrupa Birliğini kurmalarına rağmen işler umulduğu gibi gibi gitmedi. Amerika istedi diye senelerdir Rusya, İran, Irak, Suriye, Libya ve daha birçok ülkeye ve halklarına ambargo ugulayan Avrupa ülkeleri en büyük ticaret ortaklarını kaybetti. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Rusya'yı da bölmeyi ve parçalamayı amaçladıklarından Ukrayna'yı savaşa hazırlayan ve gözden çıkartanlar hüsrana uğradı. Yapılan milyarlarca masraf boşa gitti, Ukrayna devletine ve milletine yazık oldu. Rusya ve Ukrayna'dan Avrupa'ya ham madde gelmez oldu, ham madde sıkıntısı arttı. Amerika istedi diye Avrupa ülkeleri tarafından Rus milyarlerderlerin paralarına ve mallarına el kondu, sporcularına yasak kondu. (Gazze'ye binlerce ton bomba yağdıran ve onbinlerce kişinin ölümüne sebep olan İsrail takımlarına ve oyuncularına ise yasak konulmadı)!

Ukrayna savaşı nedeniyle Rus gazından ve mallarından vazgeçen ve hazırlıksız yakalanan Avrupa 'daki fabrika ve firmalarda çöküş başladı. Kriz nedeniyle Avrupa ülkeleri bir bir dökülmeye başladı.. Rusya, Avrupa'ya sunduğu 4 bin km'lik petrol ve doğalgaz boru hattını kapatınca BP, Shell ve Mobil firmaları milyarlarca dolar zarara uğradı. Rusya son olarak geçen haftalarda Almanya'nın Wintershall Dea  (WINT.UL) ve Avusturya'nın ÖMV şirketinin hisselerinin ellerinden alınmasını ve Rus şirketlerine devredilmesini emretti. Rusya'ya bir şey olmadı ama Avrupa ülkelerinde enerji fiyatları, kiralar, gıda ürünleri, enflasyon ve hayat pahalılığı artmaya başladı. Bütün bunlara bir de Korona salgını eklenince Avrupa'da fabrikalar ve iş yerleri bir bir iflas etmeye, işçi çıkartmaya ve kapanmaya başladı. Artan iflaslar ve kötü giden ekonomi nedeniyle devletin ve belediyelerin verdiği maddi destekler de bir işe yaramadı. Peki, Avrupa nasıl ve neden bu durumlara düştü?  Arap yarımadası ve Akdeniz'deki petrol ve doğalgaz için İsrail'in attığı bombalara göz yumarak, Gazze'de ölen binlerce bebek, çocuk ve diğer masum insanlara yapılan katliamı ve soykırımı görmemezlikten gelen, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kahramanı Avrupa'ya neler oldu.? Avrupa ülkeleri 1960 yıllarda olduğu gibi çalışarak ve üreterek değil, savaşarak, sömürerek  çözüm arayışına girdi. Unutmamak lazım ki; kapitalizim ve emperyalizm krize girdiğinde demokrasi ve insan hakları gider, geçmişte olduğu gibi savaş, kan, ölüm, korku, baskı ve faşizm gelir, kendi insanlarına bile zarar verebilir. Dünyaya barış ve huzur  gelmediği takdirde önümüzdeki aylarda Avrupa'da daha çok büyük krizler görülebilir. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobi tekrar yükselişe geçer.

Avrupa; çalışan, üreten hep birlikte kazanan eski ve güzel günlerine geri dönmelidir, Avrupa'da insanlar umutla bunu beklemektedir.

Sevgi ve saygılarımla. 

Muammer Keleşoğlu